Ve Erna Eckstein’ı Bulmak
Erna Eckstein sergisi online olarak izleyicilerle buluştu. İlk günden itibaren güzel geri dönüşümler aldık. Gelen tepkilerin bir kısmı arşivden çıkan malzemenin yaratıcı bir şekilde kullanılması ile ilgili övgülerdi. Belli ki arşivde yapılan keşif, sadece arşivciyi değil buna şahit olanı da heyecanlandırıyor. Pek çok arşiv materyalinin raflarda unutulduğu düşünülürse tabii ki bu çok anlaşılır bir reaksiyon.
Arşivler çoğunlukla birkaç meraklısı dışında sıkıcı mekanlardır. Genellikle arşivden heyecanlı bir öykü çıkarmak bilimsel bir veriye ulaşmaktan daha zordur. Fakat bu defa öyle olmadı. Bu defa arşiv, içinden çıkan hikaye ile bu ülkedeki varlıklarına borçlu olduğumuz iki insana vefa borcumuzu ödememiz için ortaya serdi içinde ne var ne yoksa. Ama önce biraz kafamızı karıştırarak.
Erna’nın arşiv raflarında bekleyen dialarını ilk elimize aldığımızda kutunun üzerinde yazan Albert Eckstein yazısını hiç sorgulamadık. „Albert’in dialarını“ dijitalleştirdikten sonra meta datalar ve dialar üzerinde çalışmaya başladık. Dijital görüntülere bakarken farkettik ki; görüntüler ile Albert arasında kurulan ilişkide bir terslik vardı. Görüntüler daha çok 1950’lerden 1980’lere kadar olan zamandan yani Albert öldükten sonraki bir zaman diliminden imajları içermekteydi. Bu diaların yansıttığı cıvıl cıvıl renkli görüntüler, Albert’in halihazırda arşivimizdeki siyah beyaz fotoğraflarıyla sadece renkleriyle değil, çekildikleri zaman bakımından da ayrılıyorlardı. O zaman bu dialar Albert’e ait değildi. Ama dialara biraz daha dikkatli bakınca; hayır bunlar Albert’indi: çünkü bazı önemli ya da önemsiz detaylar tamamen aynıydı. Saç örgüleri, leylekler, gülen kadın ve çocuk yüzleri, spolialar, şehirler ve mimari…..Bu fotoğraflar her bakımdan birbirine çok benziyordu. Bizi kışkırtan şu basit soruydu: Peki bu dialar kimindi? Bu sorunun cevabı sadece bizim merakımızı tatmin etmekten öte arşivimizin güvenirliği açısından da bulunmalıydı. Evet arşivler güvenilir, dürüst mekanlardır. Tıpkı kütüphaneler gibi kamuya hizmet etmek dışında bir amaçları olmayan ve kapılarını herhangi bir ücret talep etmeden ziyaretçilerine açan yegane kurumlardır. Bu nedenle biz de tabiri caizse elimize kazmalarımızı alıp arşivi kazmaya giriştik. Bu materyalin bize nasıl ve ne zaman ulaştığı ile ilgili bilgileri Erna’nın hayat hikayesi ile birleştirdiğimizde her şey yerli yerine oturmuştu. Evet bu dialar Erna’nındı! Erna, sergide de anlatıldığı üzere eşinin ölümünden sonra yeniden Türkiye’ye gelmiş; daha önce yarım bıraktıkları bir işi tamamlamıştı. Ve bu tamamlayış tüm o siyah beyazlığı renklere boyamıştı sanki. Bütün o başarılı kariyerine ve çalışkanlığına rağmen Erna da, keşfedilmek için özel bir gayret ve dikkati beklemişti. Ve arşivci, Albert Eckstein isimli dosyanın adını değiştirirken gizli bir haz almıştı.
Arşivi dijitalize etmek konusunda elimizde olan imkanların yardımı ile bugün artık arşiv materyali daha büyük kalabalıklara kolayca ulaşmaktadır. Ayrıca arşivler, gerçek veya online sergiler yoluyla sadece bilimsel araştırmalar için bir kaynak olmanın ötesinde daha kalabalık bir kitleye hikayesini anlatan birer mekana dönüşmüştür. Arşivin varoluş amacı tıpkı nadire kabineleri gibi kendini korumak ve saklamak ve bir müze gibi duvarlarının dışına çıkmaktır. Ve yeni dijital dünyanın olanakları tabii ki bunu kolaylaştırmaktadır. Fakat arşivler, özellikle bilginin hızla poplaştığı bir zamanda bu dijital dünyanın parçası haline gelirken ciddiyeti ve ağırbaşlılığından hiç ödün vermeden kamu yararına bunu yapmaktadır. Bütün bu yeni imkanlar, arşivi kazmanın önemini daha da arttırmaktadır. Bu serginin bize gösterdiǧi gibi.
https://www.dainst.blog/visual-narratives/tr/erna-eckstein-fotografik-animsamalar/
Berna Güler, Alman Arkeoloji Enstitüsü Fotoǧraf Arşivi